literature

Al-Fe-V-Si

Deviation Actions

cahilzaman's avatar
By
Published:
280 Views

Literature Text

24 Kasım 2008. Galiba, 1996 senesinin Aralık ayının ortalarıydı, ya da sonraki yılın ilk günleri… Dünya denen gezegen üzerinde nefes almaya başlayalı tam olarak 10.592 gün 6 saat olmuştu ki, kusurlu kelebek yaşımı bitirdiğim doğum günümde, ormanın tenha bir köşesinde oturup Dip Metin’i yazdım. Fiziksel ağırlığım –kalemim ve kâğıtlarım dahil– net 55.279 gram, ayakkabılarım ayağımdayken boyum 166 santimetreydi. Ve bir kez daha, “Uçan kar, barbar göğü sersemletiyor”du ve “İçim öylesine yücelmişti ki, göklerin üstüne çıkmıştı.” Bu esinlenme deneyiminin birkaç hafta sonrasıydı işte! O yekpare ânın bana bağışladığı ve bir türlü aklına oturmak gelmeyen hızdan tortop olmuş heyecan buhranı içindeki halimle, ormandaki hurdalıkta mastırımı yapıyordum. Ama geçecekti, biliyordum. Hemen hemen bir yıl önce, hızdan tortop olmuş düşsel bir hızlı zamanın durağanlığında aklına uyumak gelmeyen fare halimden biliyordum. O nasıl geçtiyse bu da geçecek ve yerini “Süreklilik içindeki felakete karşılık gelen hisse, şimdi ile az önce yaşanmış an arasına yüzyıllar koyan, antik çağı yorulmak bilmeden üreten Spleen”e bırakacaktı. (Bizzat yaşayarak öğrenmiştim ki, hızın biçimlendirdiği ipince, zahmetsiz bakan/gören/yaşayan varoluşlar vardır. Ama hayat biraz yavaşlamaya görsün, varoluşun biçiminin nasıl yamulacağı bile kestirilemez. En eskiye dönüş yoktur. Kişi en eski lümpen halini bile arar, tıpkı bir çekme deneyi numunesi gibi, makinenin çeneleri arasında boyun vermiş, ha koptu ha kopacak haliyle, hayatın hayhuyu içinde en gündelik sıkıntıları bile özler hale gelir.) Öyleyse elimi çabuk tutmalı, layıkıyla oynamam için kıçımdan ha bire kan alıp duran bu akademik oyunun ilk çinkosunu kazanmalıydım. Bu beklenmedik bir şanstı ve bu halimle henüz deneylerini yapmaya başlamadığım tezimi yarın sabaha yazıp bitirmem içten bile değildi! Soğuma hızının, hızla katılaşan Al-Fe-V-Si alaşımının mikro-yapısı ve yüksek sıcaklıktaki dayanımı üzerindeki etkisini araştırıyordum. Bu, yüksek sıcaklık uygulamaları için geliştirilmiş, ticari kullanımı olan bir alaşımdı. Ağırlıktan üretim maliyetine kadar birçok avantaj sağlayacak ve titanyum alaşımlarının pabucunu dama atacaktı. Hani ya, titanyumdan imal edilen parçalar, eğer becerebilirsem artık benim hafif ve ucuz, ama süper dayanıklı metalimden üretilecekti. Benim umurumda olmasa da, para dünyayı şekillendiren şeydi. Ama bunun için, normal koşullarda alüminyum içinde ezelden beri neredeyse hiç çözünmeyen demir elementini, hem de % 10 gibi çok büyük bir oranda çözünür kılmam ve alaşımın içyapısını da suyla tuzun kardeşliği kadar rafine hale getirmem gerekiyordu. Doğaya tam olarak meydan okumak demek olan, Herakles’in işlerinden bile zor bu zahmetli işi başarmaksa, ancak ve ancak, (diyelim 1000 santigrat derecede) eriyik halinde bulunan alaşımın sıcaklığını, 1 saniyede en az 100.000 santigrat derece birden düşürmekle olasıydı. Vay canına sayın seyirciler, hatta vay anasına!.. Ergimiş alaşımı, potanın dibindeki minicik delikten yüzeyi bakır kaplı ve su soğutmalı döner bir tambur üzerine püskürten bir aparatı, –aslında basbayağı bir makineyi– yapıp bitirmiştim. Sıra onu test etmeye, işin asıl eğlenceli kısmına gelmişti. Eriyik, hızla dönen buz nefesli tamburun üzerine daha adımını atar atmaz donacak ve incecik şerit folyolar halinde uzaya fırlayacaktı. Folyolarda elde etmeyi umduğum kalınlıksa, ki işin püf noktası tam olarak buydu, yaklaşık 30 mikrondu. Metallerin hayatında gerçekleştireceğim katliam için her şey hazırdı. Önce sevgili alaşımımı hazırlamalıydım. Sabah erkenden dökümhanedeydim. Teknisyenimiz Hamit Abi benden önce gelmiş, çayı demlemiş ve vakit kaybetmeden o günkü programının hazırlıklarına başlamıştı. Benim deney ilk sıradaydı. Zavallı alaşımımdan 1 kilogram hazırlayacaktım ve bunun için 847 gram alüminyum gerekiyordu. Diğer üç elementin toplamı kalan 153 gramı oluşturacaktı ve bunun 117 gramı demirdi. Bu üç element için gereken miktarlarda malzemeyi tartarak hazır ettim. Alüminyumu da, kesiti 5x5 santimetre olarak önceden hazırlanmış kütüklerin birinden kesecektik. Otuz-kırk santimetrelik birini seçip getirdim. Hassas tartıya koyarak ağırlığını öğrendim, bana gereken miktardan çok fazlaydı. Hızlı gözlerim kütüğün kesilecek yerini bir bakışta işaretleyiverdi. Kalemimle çizdim. “Hamit Abi,” dedim, “tam buradan keseceksin.” Yüzüme bakıp güldü. Gülümsemesinde, gülüşünün saflığını bozan şeyi tanıdım. Aldırmadım. Ben de gülümsedim. Başı kalabalık olsa, ikinci bir zahmete girmemek için ve haklı olarak, “Bir zahmet eline kalem-kâğıt-cetvel al da adam gibi hesapla-ölç-biç ve öyle çiz getir” derdi, biliyorum. Ama sanırım, o da bu işi gizli bir bahis gibi görmek ve oynamak istiyordu. Çünkü dünya “Hep aynı dünyaydı ve gene de sabırlıydı.” Kütüğü metal testeresine koydu, testereyi çalıştırdı. Bu arada çay olmuştu, ofise geçtik ve çayın yanında birer de sigara tüttürdük. Kesilen parçanın tablaya düşünce çıkardığı sesle –ki sesi bile, ben 847 gramın diyordu– yerimizden kalktık, testerenin yanına geldik, alüminyum parçayı elime aldım, üzerindeki kayganlaştırıcıyı bir bezle sildim ve temiz halini tartsın diye Hamit Abi’ye uzattım. Onun, kargaların bokunu daha kıçındayken donduran o kış günü, bir süredir gözlerime musallat olan apacı hızın varoluşuma kattığı zahmetsizlikten ne anladığını bilmiyorum…
“Her serüven ıstırap dolu olabilir, ama bütün ıstıraplar biçimlenme lütfuna erince anlam kazanır. Alüminyum bu yüzden demirin fazlasını kusar, serüvene ihtiyacı yoktur, sınırlarını bilir, dimyata pirince giderken eldeki bulgurdan olmak istemez. Varsın yumuşak, parlak ve hafif olayım, beni de ciddiye alanlar var der, avunur. Oysa için için demiri ve hatta haddi olmasa da vanadyumu bile kıskanır. Her ikisiyle de gizli fakat ortak bir izdivaç düşler durur. O vanadyum ki, demirden çok daha kuvvetli, daha güzeldir. Demir gibi her taşın altından çıkmaz, ele ayağa düşmemiştir, bu yüzden asil ve çok değerlidir. Onun gibisi az bulunur. Öyleyse alüminyum, bırakın demiri kustuğu gibi kusmayı, vanadyumu yutamaz bile, denir. Doğrudur. Hakikatten duyulan korku, iç yaşantılarımızın maruz kalacağı depremin bilinmez şiddetiyle ilgilidir. Ayakta kalabilmek kalıtımsal değildir, her şeyin şansa bırakıldığı imkânsızın denenmesidir. Ne kadar inceleceğimiz ve ne kadar öteye savrulacağımız, böylece ne kadar demiri ve vanadyumu hazmedebileceğimiz, hepsi de sınanmak içindir. Altımızdaki zemin ne denli kaygan, ne denli soğuk ve ne denli fırtınalıysa, o denli hızlanır, o denli inceliriz. Öte yandan, yalnızca paramparça olmuş biri mükemmele özlemi bilir. Yalnız sürgüne uğrayan adam sonsuzluğa ulaşır. Çok yüksek, anlık soğuma hızı, alüminyumun doygunluk sınırlarını alabildiğine genişletirken, bu demir ve hatta vanadyumla kucaklaşmak demektir, yepyeni bir isim, yeni bir yazgı, tanıksız bir iç yaşantı… Ona nihai biçimini de verir. Böyle tehlikeli, korkunç bir soğuma hızının yatak elementi alüminyuma yaşattığı hazzı, doyumsuz tatları ve onun gereksinim duyduğu romansı biliyorum.”
“Dr. İsailo Suk. Ama düşünceler, kelimelerle temas edince bozulurlar, kelimeler düşüncelerle temas ettiklerinde ne kadar çabuk bozulurlarsa, o kadar çabuk bozulurlar. Ondan bize kalan yalnızca katliamdan kurtulabilmiş olandır.”
Comments1
Join the community to add your comment. Already a deviant? Log In